Su Bayatlar mı?

“Bayat” genellikle besinler için kullandığımız bir sıfat olsa da son günlerde pek çok insan suyun da bayatlayabileceğini düşünüyor. Peki; su gerçekten bayatlar mı, eğer bayatlarsa bayat su içilir mi?

Mucizevi Güç: Su!

Suyun Tazeliğini Yitirmesindeki Nedenler Neler?

İçme suyu, sadece H2O moleküllerinden oluşmaz. İçerisinde çeşitli iyonlar ve başka moleküller de vardır. Bu kimyasal yapıda zamanla gerçekleşen küçük değişiklikler dahi suyun tadının değişmesine yol açabilir. Örneğin, bardağa doldurduğumuz su bekledikçe havadaki karbondioksiti yapısına katmaya başlar. Su molekülleri ile karbondioksit molekülleri bir araya geldiğinde tepkimeye girerek karbonik aside dönüşür. Bu da suyun pH değerinin bir miktar düşerek daha asidik olmasıyla sonuçlanır.

Ayrıca tüketilmeyi bekleyen musluk suyunda geosmin ve 2-Metilisoborneol adı verilen kimyasal bileşenlerin bulunması, suda güçlü bir toprak ve çamur kokusuna neden olabilir.

Ancak, içme suyu arıtma tesislerinde son süreç basamaklarından biri olarak dezenfeksiyon amacıyla klor ve klor içeren bazı bileşikler suya eklenir. Bu sayede içme sularının bakteri ve virüslerden arındırılması sağlanır.

Yine de Musluk suyu yerine tercih edilen damacana ya da pet şişedeki sular da aslında düşünüldüğü kadar masum olmayabilirler. Sağlıklı koşullarda üretilmiş olsalar da doğru koşullarda saklanmama veya uzun süre bekletilme gibi nedenlerle su bayatlayabilir, ambalajlarının içerisinde sağlığınız için zararlı bakteriler üreyebilir. Plastik ambalajlar güneş ışığında bekletildiklerinde, şişenin üretiminde kullanılma ihtimali olan bisphenol A (BPA) ya da flören 9 bisfenol (BHPF) maddeleri suya salınım yapabilir. Bu durumlar ise suyun kalitesini düşürdükleri gibi, hamilelikte düşük oranının artmasından kansere kadar pek çok ciddi sağlık sorununa neden olabilir.

Not: Baş ucumuzda bir gece ya da biraz daha uzun süre beklemiş suyu içmenin nahoşlaşan tadı dışında bir sakıncası görünmüyor. Ancak çok uzun süre beklerse suda mikroorganizmalar oluşur ve suyu kokutur.

Not: Bilgiler Bilim ve Teknik Ağustos 2021 sayısından ve https://www.arcelik.com.tr/su-aritma-blog/su-bayatlar-mi alınmıştır.

KAR İLE İLGİLİ GERÇEKLER

 Kar, beyaz, parlak, çoğunlukla altıgen şekilli, buz kristallerinden oluşan bir yağış çeşididir. Buz kristalleri 0°C altında su buharının yoğunlaşması ile oluşur.

 Tüm karlar aynı değildir:

     Çok sayıda kar kristal çeşidi olmasına rağmen hepsi altı köşelidir. Kar tanelerinin kristal yapıları birbirinin tıpa tıp aynısı değildir. Mikroskopla büyütülen kar taneleri üzerinde yapılan araştırmalarda, kristal yapıları birbirinin aynı olan iki kar tanesine rastlanmamıştır. Kar kristalleri üzerinde ilk araştırmaları yapan Amerikalı Wilson Bentley, gördüğü muhteşem sanat karşısında adeta büyülenmiş ve elli yıl boyunca sürekli kar kristali fotoğrafı çekmiştir. Elde ettiği 6000 resim içinde kristal yapıları birbirinin aynı olan iki kar tanesine rastlayamamıştır. Daha sonraları diğer bilim adamlarının sürdürdüğü çalışmalar neticesinde şimdiye kadar kar tanecikleri arasında aynı büyüklükte, aynı şekilde ve aynı sayıda su molekülü ihtiva eden iki kristal bile bulunamamıştır.

     Bunu kayakçılar da iyi bilir. Kayakçılar 1900lü yıllarda kar ile ilgili kendi terminolojilerini yaratmışlardır. Bu terminolojide mashed potatoes (patates püresi), cauliflower (karnabahar), stick snow (yapışkan kar) gibi komik tanımlamalar vardır. Bu tanımlamalarda yağan karın yağış şekli ve özellikleri dikkate alınmıştır. Misal kimi karda nem oranı o kadar düşüktür ki (kurudur) kartopu bile yapmak mümkün olmaz. Bazı karlarda ise kaymak çok daha zordur.

     Uzmanlara göre kar taneleri birçok donmuş buz kristalinin bir araya gelmiş halidir.        Kar tanelerinin su içeriği düşündüğümüz daha değişkendir. Ortalama bir kar tanesi 180 milyar su molekülleri oluşur, ancak kar-su oranı, sıcaklık, kristal yapısı, rüzgar hızı vb gibi çeşitli faktörlere bağlıdır.

    Guinness Rekorlar Kitabı, şimdiye kadar görünen en büyük kar tanesinin Montana, Fort Keogh’da 1887 yılındaki fırtınada düşen kar tanesi olduğunu kaydediyor. Çevredekilerin ifadelerine göre cezveden daha büyük olan bu kar tanesi 381milimetre olarak ölçüldü.

      Çoğu kişi karın beyaz veya mavi olduğunu düşünür. Aslında kar renksizdir. Çapları 2–4 mm, ağırlıkları ise yaklaşık 0,005 gram olan kar tanecikleri havanın gösterdiği direnç sebebiyle süzülerek (limit hızla) yere inerler. Bu inme sırasında tanecikler birbirlerini ittiklerinden yapışmazlar. Özelliklerini koruyarak yere inerler. Bunlar güneş ışığını tamamen yansıttıkları için beyaz olarak görülürler. Havada yoğun bir toz varsa, karın sarı, kırmızı, pembe hatta yeşil olarak yağdığını görmeniz mümkündür. 2007 yılında Sibirya’da portakal rengi, 2010 yılında Rusya’da pembe kar yağmıştır.

       Bir yıl içinde en fazla kar yağışının nerede olduğunu merak ediyorsanız, işte cevap: Mount Baker, Washington State, North Cascades. Burası 1998-99 kışında 1140 inç =2895,6 cm kar kalınlığı ile dünya rekorunu elinde tutar. Mount Baker volkanik bölgesinin en genç volkanıdır.

 Tek bir kar fırtınasında 120 atom bombasına eşdeğer enerji taşıyan 39 milyon ton karın yağabildiğini biliyor muydunuz?

BİR FİNCAN KAHVENİN KIRK YIL HATIRI MI VAR?

BİR FİNCAN KAHVENİN 40 YIL HATIRI OLMASININ BİYOLOJİK OLARAK AÇIKLANMASI

Bu soruyu üç basamakta düşünerek cevaplamamız gerekir.

I. adım: Kahve hangi mineralce zengin

II. adım: Bu mineralin faydaları

III. adım: kahvenin faydaları

 I. adımdan başlayarak açıklamaya başlayalım.

Kahve Potasyum (K) mineralince zengindir.

II. adım:

Bu mineralin faydaları ise;

Sağlıklı sinir sistemi ve düzenli kalp ritmi için gereklidir. Vücudun su oranını kontrol eder ve kan basıncını düzenler. Ayrıca sodyum ile birlikte vücut sıvısında bulunan ve hücrelerin çalışmasını kontrol eder.

Son basamakta ise kahve;

ØKanser oluşumunu engeller (göğüs, gırtlak, kolon, bağırsak, yemek borusu)

ØYüksek tansiyonu önler

ØDiyabet riskini azaltıyor. …

ØAlzheimer (Unutkanlık) hastalığını önlüyor. …

ØAkciğeri koruyor. …

ØFiziksel performansı arttırıyor. …

ØProstat kanseri riskini azaltıyor. …

ØFelç riskini azaltıyor. …

ØHarika bir antioksidan. …

ØKonsantrasyon arttırıyor.

ØSelüliti önler (özellikle bayanlar)

 Sonuç: İçerdiği mineral sayesinde sağlık bir kalp ve sinir sistemi sayesinde uzun yaşam, bunun yanında unutkanlık, kanser oluşumu yok. Daha ne olsun. Tabiki “40 yıl HATIRI OLSUN

Unutmayınız günde 1 fincan “TÜRK KAHVESİ” iyi gelir.

TABİATTAKİ MUCİZELER: ARILAR

           

Balkonunuza arıların sevdiği çiçekleri ekin' - Güncel yaşam haberleri

İnsan olarak genel özelliğimiz; bir şeyin önemini kaybedince anlamaktır. Örneğin; hasta olunca sağlığın, sıkışınca boş zamanın, iklimler değişince küresel ısınmanın, arılar yok olmaya başlayınca da insanlığın yok olacağı korkusu ile bu canlıların önemini kavramamız gibi.

            Ne zaman ki ABD’de ki arıların yok olamaya başlaması, ülkemizde de buna benzer olayların görülmesi sonucunda, çağımızın büyük bilim insanı olan Einstein’ın meşhur sözünü hatırladık. Einstein ne demişti “Dünyada arılar yok olursa 4 yıl sonra insanlığın da sonu gelir”. Acaba arıların veya herhangi bir şeyin önemini kaybetmeden anlamayacak mıyız? Gerçekten arılar yok olursa böyle bir şey olabilir mi?

            Tabiattaki çalışkan canlılardan olan arılar hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz?

Arılar; tabiattaki en çalışkan, hiyerarşinin en harikulade bir şekilde hiçbir karışıklığa meydan vermeden uygulandığı bir topluluktur. Sosyal böcekler olarak, topluluk yaşamı sürdüren bal arıları herhangi bir yuvada aile (koloni) oluştururlar. Aile yaşamında iş bölüşümü, yardımlaşma ve çalışkanlık temel kurallardır. Bir bal arısı ailesi, birinin görevini diğerinin yapamadığı morfolojik ve fizyolojik özellikler bakımından farklı üç değişik bireyi içerir ki bunlar; 1 adet ana arı, sayıları mevsimlere göre değişen işçi arı (10 bin – 80bin arasında) ve erkek arılardır (100- 150). Kovandaki işlerin aksatılmaması ve düzenin sağlanmasında en büyük görev işçi arılarındır. İşçi arıların ömürleri yaklaşık 42 gündür. Birinci 21 günde kovan içinde iç hizmet arısı olarak; temizlik, yavrunun ve ana arının beslenmesi, arı sütü salgılama, balın olgunlaştırılması, mum salgılayarak petek örme ve kovan girişinde bekçilik gibi görevleri üstlenirler. Çıkıştan sonraki ikinci 21 günde ise dış hizmet arısı olarak; nektar (bal özü), salgı, polen, su ve propolis toplarlar.        

            Ayrıca arılar zeki hayvanlardır. Avustralyalı bir araştırmacı, bal arılarının 4’e kadar sayabildiklerini ortaya çıkardı.

            Arıların yapmış olduğu altıgen prizma şekli peteklerin dayanıklılığı ve en fazla bal alması yıllar boyunca matematikçiler ve fizikçiler arasında çözülmesi gerekli bir problem olarak karşılarında durmuştur. Bu bağlamda arılar hangi geometrik şekli yaparsa petekler daha dayanıklı ve daha fazla bal alır diye kafalarını yormuşlardır. Hatta buldukları sonuçlarla arıların yanlış yaptığını ortaya koydukları teorileri yıllar boyunca kabul görmüştür. Bu teorinin ortaya atılışından yaklaşık 400 yıl sonra bir matematikçinin, meslektaşının formüllerde hesaplama hatası yaptığını bulması ve arıların en doğru şekli kullandığını ispatlaması ile son bulmuştur.

            Bizler bu zeki hayvanları bizlere sadece bal veren canlılar olarak mı biliyoruz? Başka faydaları yok mu? Acaba böyle mi?

            Arılar, tabiattaki yaklaşık 130 bin bitki türünü tozlar. Dünya genelinde insan gıdasının %90’ını karşılayan 82 bitki türünün 63’ü (%77) arılar tarafından tozlanır; eğer bu olay olmazsa bitkiler tohum bağlayamaz ve neslini devam ettiremez. Mesela elma, armut, şeftali, kayısı, vişne, kiraz, kavun, karpuz, kabak gibi doğrudan insan gıdası olarak tüketilen bitkilerde; ayçiçeği, aspir, kolza, pamuk, şekerpancarı gibi endüstriyel bitkiler; yonca, korunga, çayır üçgülü, aküçgül, fiğ gibi yemlik bitkilerinde tohum için mutlak olarak arılara ihtiyaç duyulmaktadır.

            Erozyon engellemede de arılardan faydalanıla bilir mi? Özellikle arılar tarafından tozlaşmaları sağlanan; Asteraceae, Boraginaceae, Brassicaceae, Campunalaceae, Compositae ve fabaceae gibi bitkiler arıların tozlaşmasına ihtiyaç duyar. Bu bitkiler toprağın erozyona uğramasını engelleyen, toprağı tutan bitkilerdir.

            Sizce arılar yok olursa insanlık yok olur mu?

Propolis: Propolis işçi arılar tarafından ağaçlardan toplanan ve yine işçi arılar tarafından kovanda çatlak yerlerin kapatılmasında, kovana giren ve ölen yabancı böceklerin kokuşmasının önlenmesinde, petek hücrelerinin ve kovan iç cidarının parlatılmasında ve yavru alanlarının hastalıklardan korunmasında kullanılır. Bileşiminde reçine, polen, balmumu, eterik yağlar, değişik organik ve inorganik bileşikler vardır. Brezilya, Çin, Japonya gibi bazı ülkelerde önemli miktarlarda üretilip insan sağlığında kullanılmasına karşın ülkemizde yeterince bilinmediği için yeterli üretimi ve tüketimi yapılmamaktadır.

Bunları biliyor musunuz?

Arılar; 500 gram bal için 3 milyon 750 bin defa çiçeğe konup kalkar.

Bir kilo bal için 40 bin arı 6 milyon çiçeği dolaşır.

Bir peteği doldurmak için 100 milyon çiçeğin nektarını emer ve 100 bin km kanat çırpar

1 kg bal üretmesi için 8 kilo bal tüketir. Bunlar içinde koloninin dünya çevresini 6 kez dönmesi gerekir.

Arı ağırlığının 330 katı yük çeker

Arılar nektar ve polen toplarken gün boyu ilk olarak ziyaret ettiği bitki türünün dışına uğramaz.

                                                                                                          Serdar SARICI

YUNUSLAR VE BALİNALAR YAVRULARINI NASIL EMZİRİYOR?

Yunuslar ve balinalar memeli hayvanlardır. Bu sınıfın en önemli özelliklerinden biri doğurgan olmaları ve yavrularını emzirmeleridir. Belirgin bir yapıya sahip olmasa da bu canlıların meme yapıları vardır ve genital (üreme) açıklığın her iki yanındaki deri kıvrımları arasındadır.

        Gebelik süresinin yaklaşık 1 yıl olduğu bu canlılarda yavrular su altında emzirilir. Sütlerinin çok besleyici olması nedeniyle yavrular çok hızlı bir gelişme gösterir. Ayrıca yavrunun ilk zamanlarında denizde taşınması sırasında diğer yunuslar anneye yardım eder.

         Emzirme olayı ise şu şekilde gerçekleşmektedir: Annenin meme başları küçüktür ve her biri bir oluğun içindedir. Anne yavruyu emzireceği zaman yavaşlar. Küçük yunus onun arkasından gelerek biraz yana doğru yatar ve bir meme ucunu diliyle damağının arasına sıkıştırır.  Süt, anne tarafından memelerdeki bazı özel kasların yardımıyla yavrunun ağzına fışkırtılır.(Su yaşamına uyum göstermeleri nedeniyle dudaklardaki emme özelliği kaybolmuştur.) Anne, yavru meme ucunu bıraktığı zaman bile süt fışkırtmaya devam eder.

          Yavrular nefes alabilmek için her yarım dakikada bir suyun yüzeyine çıkmak zorundadır. Bu yüzden sütün çok çabuk verilmesi gerekir. İlk 2 hafta yavruya gece gündüz yaklaşık saatte 2 defa süt verilir. Yavru 6 aylık olduğunda emzirme sayısı günde 6’ya kadar iner. Anne yavruyu 1- 1.5 yıl süreyle emzirebilir.

DENİZ ATLARININ ERKEKLERİ Mİ DOĞURUR?

        

          Deniz atları diğer balıklardan çok farklı bir görünüme sahip olsa da ‘kemikli balıklar’ grubuna dahildir.  Sahip oldukları kıvrılabilir kuyruk sayesinde yosunlara tutunup avlanırlar.

          Deniz atlarının dişileri yumurtalarını erkeklerin karın tarafındaki kuluçka torbasına aktarırlar. Eşleşme anında dişi deniz atı erkeğin kesesine yaklaşık 200 adet yumurta bırakır. Bu yumurtalar bırakılırken erkek deniz atının spermleri tarafından döllenir. Yumurtaları alırken ağzı genişleyen kese bu işlem bittiğinde büzülerek eski haline döner.

          Döllenen yumurtalar gelişimlerinin ilk haftalarında erkek bireyin dolaşım sisteminden (kanından) beslenir, oksijen alıp CO2 verirler. Karnındaki embriyolar büyüdükçe erkek deniz atı daha çok yemeye başlar. Gelişimlerinin sonunda kesenin girişi genişler ve yavrular su ortamına bırakılır. Yavruların suya bırakılması aşamasında erkek deniz atı karnını kayalara sürterek işlemi hızlandırmaya çalışır. Sonuçta yavrular keseden tek tek çıkar ve yüzmeye başlarlar.

          Deniz atlarının erkek fertlerinde meydana gelen bu ilginç olay, benzerlikler görülse de tam olarak doğum olarak adlandırılamaz. Çünkü Memeliler sınıfının karakteristik özelliklerinden biri olan doğumda plasenta yapılanması ve yavrunun rahimde gelişimi söz konusudur. Ancak deniz atlarında bunlardan söz etmek mümkün değildir. Ayrıca bu canlılarda, çoğu canlılardan farklı olarak yavru bakımı da görülmez.

SARI OK KURBAĞASI

DÜNYANIN EN ZEHİRLİ OMURGALISI:
SARI OK KURBAĞASI

Zehirli ok Kurbağası (Dendrobatidae), Anura (kurbağalar) takımının Orta ve Güney Amerika’da yaşayan bir familyası. 175 kadar keşfedilmiş türü bulunmaktadır. Farklı renklerde olabilirler. Dünyanın en zehirli omurgalısıdır. Adını yerlilerin oklarını bu zehirden faydalanarak hazırlamasından alır. Enteresan olan zehri kendisi üretmez. Bilim insanları zehrin kurbağanın yediği karıncalardan ürettiğini ileri sürmektedirler.  Vücuttaki her bir delikte 1 miligram zehir bulunur.  Zehir o kadar kuvvetlidir ki ölmek için dokunmak yeterlidir.  Zehir önce kasılmalara, felç ve ölüme neden olur. Bilinen herhangi bir panzehiri  bulunmamaktadır. Yerliler oklarının sadece ucunu kurbağanın üzerine sürer. Zehir etkisini sadakta yaklaşık 2 yıl boyunca kaybetmeden korur. Zehri o kadar kuvvetlidir ki yaklaşık 7500 insanı öldürebilir.

1 2 3 4